26 Ağustos 2011 Cuma

Marina Bychkova’nın Soğuk Güzelleri

Gönderen Özge Atınç zaman: 05:44 0 yorum
                       
1982 doğumlu Rus sanatçınının 6 yaşından beri en büyük tutkusu oyuncak bebekler. Fakat Marina’nın bebekleri bildiğimiz bebek yüzlerinden biraz farklı. Her birinin ayrı karakter ve hikayeleri var. Çocuklardan ziyade büyüklerin hastası olduğu bebekler sınırlı sayıda üretiliyor ve kıyafetlerinde 24k altın, gümüş ve daha birçok değerli taş kullanılıyor. Tamamen el yapımı harika bebekler.


Hiç bi şey kaybetmiş sayılmazsınız. Hâlâ müthiş güzel bir bebeğiniz olabilir. Zira fiyatlar astronomik.
Porselen güzellerin birkaç yüz dolarlık olanları da var, birkaç bin dolarlık olanları da… 
(bayıldım ama ben almıyım deyişinizi duyar gibiyim :))

                        


Her ayrıntıları elle yapılıyor.Buyrun bakın.Tek bir sanatçının elinden çıkıyor bütün bebekler.Güzel yüzleri, eklemleri hareket edebilen dolayısıyla istenen formu alabilen bedenleri, kıyafetleri, ayakkabıları…Marina Bychkova hayranlarını düşünerek bu kadar pahalı olmayan onların kağıt bebek olanlarını da üretiyor. Böylece kağıttan tılsımlı bebekler ve kıyafet setlerini satın alıp, onları Bychkova stili giydirebiliyorsunuz.Büyümemiş kızlara oyuncak :)
Ayrıca kendiniz için yine Bychkova lisansıyla üretilen takılarını, mesela kolyelerini ya da bileziklerini satın alabiliyorsunuz…



Oyuncak bebekleri çocukluğundan beri çok seven fakat altı yaşındayken bile ona hediye edilen bebeklerin çoğunu,Çoğu Barbie’sini sıkıcı ve ruhsuz bulup, onları kendi istediği gibi boyayarak güzelleştirmeye çalışırmış. Böylece Tılsımlı Bebekler’in ilk acemi örnekleri çıkmış ortaya.

                       

Başlangıçta onları daha zevkli oyunlar icat edebilmek adına yapıyormuş. Hatta yaptığı her bebek için bir de bebek evi inşa edip, dayayıp döşüyormuş. Okuduğu romanlardaki mekanları yeniden yaratıyor, içlerine masal karakterlerini yerleştiriyormuş. Hans Christian Andersen’in Karlar Kraliçesi’ni okuyunca bir buz sarayı inşa etmiş, Küçük Denizkızı masalı içinse bahçenin bir köşesinde nilüferli bir havuz yapmış. Fakat 10 yaşına geldiğimde artık bebeklerle oynamayı sıkıcı bulmaya başlamış ve bebek tasarlayıp üretmenin ve daha sonra onları güzelleştirmek için kafa yormanın çok eğlenceli olduğunu fark etmiş.



Güzel sanatlar eğitimi görürken, hayatta en sevdiği şeyi meslek olarak seçmeye karar vermiş ve satmak üzere ilk bebeklerini üretmiş. Onlara isim bulmak çok zor gelmiş ama ünlü yazar Paul Gallico’nun Enchanted Doll, yani Tılsımlı Bebek adlı romanı ona ilham vermiş. Olağanüstü güzel bebekler yapan bir kadının hikayesini anlatıyor roman.. Kitaptaki kadın bebekleri o kadar büyük bir aşkla yapıyor ki, görenler hepsine ilk bakışta aşık oluyor. Zaten onunda tek isteği bebeklerine aşık olunmasıymış...









Bebekler biraz mahzun.. Bu hedeflediği bir şey sanatçının.başından beri onların ince, narin, kırılgan ve büyüleyici bir havaları olmasını istemiş. Sahte bir şekilde gülen mutlu bebeklerden fena halde sıkılmış.
Yüzleri gülse bile içten içe gizli bir öfkeyi yansıtıyor gibi gelmişler ona :)
Kendi bebeklerini farklı, bakanın ruh halini yansıtan bir ayna gibi düşünerek yapıyor.
Tılsımlı Bebekler gülmüyor ama yüzlerinde ve vücutlarında birçok farklı ifadeyi barındırabiliyorlar.



                        


Fiyatların astronomik olmasının bir sebebide; aralıksız bir şekilde çalışsa bile! 5 santimetrekarelik bir alanı işlemenin koca bir gün alması..
Bu arada bebeklerin boyu 34 santimetre :)


Satın almak istediğiniz bebeğin fiyatını ancak sanatçıya e-posta atarak öğreniyorsunuz.
Web sitesinden ve blogundan daha yüzlercesine göz atabilirsiniz..
http://www.enchanteddoll.com/
http://www.enchanteddoll.com/blog/?m=201101


Olmadı bizde marina gibi barbie'leri boyayalım :)


Sevgiler
Özge Atınç

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Zaman yolculuğundan önce bavul toplamak; Belliki kadınsınız...

Gönderen Özge Atınç zaman: 03:15 0 yorum


Bavula koyulacaklar listesimi ? Böyle bişey varmış.

Bu şehri terk-i diyar eğleyeceğini düşünürken, eline geçen her şeyi toplayıp bavula tıkıştırmak ve alelacele buradan uzaklaşmak varken buda nesi.

Balayına çıkarken talimatlara uydum ve öyle yaptım.

Önce herşey yatağın üstüne serildi, sonra stratejik bir biçimde bavula yerleştirildi, çünkü nasıl koyarsam koyayım ilk denememde fermuarın asla kapanmayacağını biliyorum, en azından düşünerek yerleştirirsem  sıkıştırma işlemi kolaylaşır
Hem
bavulun orasında burasında bir sürü göz cep falan bulunmalıdır ki çok önemlidir.Çünkü bavulu kapamak ile evden çıkmak arasındaki süre boyunca bir sürü unutulan ıvır zıvır akla gelir.Oraya buraya tıkıştırırsın.
Zaten o bavulla gittiğim seyahatte getirdiğim şeylerin yarısını bile kullanmayıp ve yine itinayla hazırladığım bavulumda bile en önemli şeyleri unuttuğumu  fark ettim.Gittim yeni bir dandik speedo olan ama M.Ö’den önceki sezonlara ait bir o kadar pahalı bir yüzücü gözlüğü aldım mesela..

Bence kafa karışıklığını en aza indirgemek için liste miste boşverelim gitsin.En son ana bırakalım.

Düzenli bir "geç kalıyoruz" hadi" "ben sana kaç kere son ana bırakma demedim mi" tarzı cümlelerin saldırısına maruz kalma ihtimali yüksek belki ama..Cevap vermekle kaybedilen sürede çok degerli oldugundan pek cevap vermemeli ve son dakika paniğine kapılmamalı.

Her duruma hazırlıklı olma dürtüsünün esiri olmuş ve bedelini bel fıtığıyla ödeyecek olan insanda olmayın pek tabi.Güvendiğiniz eşiniz,sevgiliniz varsa bavulu tıka basa doldurabilirsiniz J .Yada sürükleyerek götürmeye karar verdiysenizde bilemem.

Bir de hakkını yemeyelim tek bavul diye konuşuyoruz, ama herkesin bildiği gibi hiçbir zaman tek bir bavul değil, daha çok bir bavul kümesidir söz konusu olan.

Küçücük sırt çantasına benim gavur ölüsü çantama sığdırdığım kadar eşya sığdırabileni gördüğümde bu işi beceremediğimi daha iyi anlıyorum.Her defasında.

Kadınlar ne giyeceklerine; giyinirken karar verir ve ruh hali neyi giydiğinde en kararlı hale gelicekse onu giyerler. Bavul sorunsalı orda başlıyor zaten.

Kanımca bizler tatildeyken ; havadaki güneş, sıcaklık, gökyüzünün maviliği, gece ne kadar iyi uyuduğumuz gibi birçok şey buna etki ediyor.. O yüzden bir kadın bir yere gitmeden önce bavul hazırlayacaksa, önce içinde bulunabileceği tüm ruh hallerini düşünüyor ve ona göre bavulunu hazırlıyor. Bir iki günlük yolculuk için bir haftalık, bir haftalık için de bir aylık eşyayı bavullarımıza koyma sebebi o.

Eğerki içinde bulunacağı tüm ruh hallerini tahmin edemiyor ve ne yaparım ne ederim diye afallıyorsa vay haline.Benim gibi yapıyor ve etrafta gördügü her parçayı bavuluna çaktırmadan sokuşturuyor..

Seyahat boyunca bir iki tanesi giyilecek olsa da, bu erkekleri deli etse de, şu unutulmamalıdır. eğer kadın; o anki ruh haline göre giyinmediyse o kadın mutlu olamaz. o yüzden bir kadının mutluluğuna karışmamak için kadınların bavul toplamalarına karışmayın.Kadının eşyaları için yer açın. olmadı bir iki eyşadan da vaz geçin.


Gavurdağımı? bavuldağımı? Tercih sizin :))

Allah hiçbirimize kaldıramayacağı güç yüklemesin :)
Sevgiler

Özge Atınç

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Sadece kırmızı bir burun

Gönderen Özge Atınç zaman: 07:09 2 yorum
Düşünsenize; bazılarının kahkahaları çınlatıyor kulaklarınızı, bazılarının gülmekten gözleri yaşarmış,ağzını kapatıyor, bazıları yerlere yatmış kasıklarını tutuyor. o kadar gülmek yanii..
İki büklüm, kendilerini engellemekten aciz, kıkır kıkır gülüyorlar. Tamda o sırada,düşüyor yere ve  kırmızı burnu düşüveriyor palyaçonun ve şak diye ciddileşiyor insanlar. Mutsuz, öfkeli, ciddi ve soğuk bakarken üstlerini başlarını düzeltiyorlar söylenerek palyaço'ya..

Gerçektede böyle aslında bazı diyaloglar.Bir sahne sanatı, yaşamak..
İstemesenizde size bir kırmızı burun takıverıyorlar hayatın bir zaman diliminde.Bazılarımız bu kırmızı buruna hiç alışamayanlar, bazılarımız ise onsuz yapamayanlardanız.Bunu ara sıra kullanan işi çözmüş kanımca.

Kırmızı burunsuz hiç sevilmeyen palyaço burnunu yerine takıp yeniden kahkahalara can veriyor..
Herkese lazım.
Sadece kırmızı bir burun..

Özge Atınç

Honeymoon part1 / Bir yeryüzü cenneti

Gönderen Özge Atınç zaman: 05:12 0 yorum
SABRİNA'S HAUS



Birçok arkadaşım balayında neden yurtdışına gitmediğimizi, bi çok ülke görmeye başlamanın tamda zamanı geldiğini söyledi durdu.Bende şöyle verdim cevap hep; '' daha güzel ülkemin bir çok yerini görmemişken oraları keşfetmeden olmazz'' diye :)
Listemizde bir çok yer var tabi.. Bazısıyla tanıştık,sahillerinde gözlerimiz daldı,uyuyakaldık; bazısı bizi içine sakladı..
Bunlardan biri Datça.
Datça’da mutlaka görülmesi gidilmesi gereken bir yer var.Sabrina's Haus.

                                                                                       Marmaris'le Datça arasında bir yerde.Ege'mi Akdeniz'mi anlayamadığınız muhteşem güzellikteki denizinde mutluluğa yelken açmak istiyorsanız buraya mutlaka uğramalısınız.Tabiki sevdiceğinizle.


                             Yurtdışına gitmek yerine görülmesi gerekenler listesinin taa en başında bulunuyor-du! :)

 
Aşıklar kahvaltısımı istersiniz,romantizmin doruklarında Sal'da akşam yemeklerimi...




 
Yoksa turkuazın maksimum netliğinde balık sürüleriyle yüzmekmi..
Kara ulaşımı yok Sabrina's haus'a.Sizi Bozburun'dan zodyakla alıyorlar.Çok sevgili Asım beyler..
 
 

İlgi alaka hizmet yapılabileceğininde üzerinde..Kesinlikle bir istekte bulunmanız için yormuyorlar sizi..Kitabınızın en hararetli kısmında alnınızdan şıp şıp damlayan teri görüpte çilekli limonatayla imdatınıza yetişiyorlar adeta..heleki tatlıları dayanılmazz..Herşey organik herşey taze herşey farklı. Bahçedeki otantik odun ateşi taşfırından inanılmaz köy ekmeklerini yemeğe doyamazsınız..


 
Doğa harikası eşsiz manzarayı kuşbakışı izleyebileceğiniz en yüksek noktayada bir ağaç ev kondurmuşlar..Burası benim tabirimle huzur odası.Sihirli ellerle, muhteşem greek lounge müziklerle kendinizi bir an öldünüzde cennet'e gittiniz zannedebilirsiniz..
 




Dilerseniz hemencecik karşı kıyıda bulunan, Yunan adalarının en etkileyicilerinden olan Symi adası sizi bekliyor.

Bizim kusursuz Sabrina's Haus deneyimimiz ile balayımızın ilk 4 günü muhteşem geçti.Aşık olan herkesin aşkısıyla buraya gitmesini şiddetle tavsiye ediyorum..Bana inanın burada birbirinize bir kez daha aşık olacaksınız ;)



















 








Kalbim Bozburun'da kaldı...

Gönderen Özge Atınç zaman: 01:48 0 yorum
Hani Sezen Aksu'nun şarkısı var ya ''Kalbim Ege'e kaldı''.Çook güzel parça.Dinlerken kendime göre uydurayım dedim :) Bayaa bir uydurdumda ;)
Çünkü benimde kalbim Bozburun'da kaldı...


Gözümü daldırdım karşı sahile
Yaktım gitti, acıları
Ağları attım aşk doldu
Ağlar özlemimin kıyıları


Yareme tuz diye yakamoz bastım
Tek şahidim sevgiliydi.
Aman aman
Bir elimde defne
Bir elimde sevdan
Kalbim bozburun'da kaldı

Kadehimi vurdum karşı yakaya
Sevgimi attım iskeleden
Balıklar vurdu su yüzüne
Bir ağıt yaktılar kadere

Bir avucum kum dolu
Bir avucum sevda.
Kalbim bozburun'da kaldı

Aman efendim
Ayrılık ölümden beter
Canım efendim
Yeter bu hasretlik yeter
Aman efendim
Bana bir öpücük gönder
Canım efendim

16 Ağustos 2011 Salı

Rumeli Feneri

Gönderen Özge Atınç zaman: 03:51 0 yorum





Tarihin sessiz tanığı….
Rumeli Feneri’ndeydik..
Ülkemiz kıyılarında bulunan toplam 354 fenerden biri olan Rumeli Feneri konumu, çevresi  fotoğrafı çekilecek, tablosu yapılacak, saatlerce seyredilecek kadar göz kamaştırıcı..
Rumeli yakası girişinde ilk köyün ilk feneri Rumeli feneri…
Kıyılara yanaşıp omuz omuza vermiş envayi çeşit  balıkçı teknelerinin renkleri birbirine karışırken, önünden geçen martılar ve karadenizin asi sesi.
İster kendinizi dinleyin,ister gözünüzün alamayacağı panoromik manzara eşliğinde dostlarınızla az sayıdaki restaurantlardan birinde keyifle,sohbetle,kahkahayla muhteşem tazelikteki deniz mahsullerini götürün.
Dalgalar kayalara çarptıkça beyaz ötesi köpükler etrafa yayılırken açığa çıkan bol iyot kokusu,deniz kokusu, biraz da ızgara balık kokusu birbirine karışınca aldığınız keyif paha piçilemez…
Her gittiğim veya gideceğim yerin hikayesini araştırıp öğrenmezsem çatlarım.
Görünüşte Rumeli Feneri şirin ve nostaljik bir balıkçı köyü. Fakat köyün bünyesinde birçok özellik ve güzellik gizli.
Rumeli Fenerinin hikayeside ilginç. 1856 yılında Osmanlı İmparatorluğu zamanında  verilen imtiyaz sonucunda Fransız Fenerler idaresine yaptırılıyor.
Fransızlar feneri yaparken 3 kez yıkılıyor tamda yapım aşamasının son safhalarında.Bunun üzerine köyün yaşlıları anlatıyorlarki kule sahası içinde bir yatır olduğunu, kulenin bu yüzden yıkıldığını Fransız yapım şirketine söyleyince önce türbe yapılıp etrafı çevrilmiş, sonra da bugünkü fener kulesi yapılıp, bitirilmiş. Kule binası içinde Saltuk Baba Türbesi bulunmakta.
Sarı Saltuk Baba ayrı bir yazı konusu.İnanılmaz bir cengaver..Sakarya’dan Rumeli’nin Fethi için denize açılan bir Horasanlı..Horasan yaylalarından Anadolu yarımadasına göçen Türk uluslarının küçük Asya'ya sığamayan " Büyük Ülkü " sünün batıya yayılışını temsil etmekte.
Rumeli Feneri köyünü görünce nasılda bu kadar İstanbul’a bir o o kadar yakınken gelişemez bu kadar bakir kalabilir diye şaşırmıştım. Meğer aşırı yapılanmasına karşın inşaat yapımı yasaklanmış.
Neredeyse herkesin gününü limanda geçirdiği bir köye geldiyseniz, elbetteki yemeniz gereken şeyde balık oluyor.. Limandan köye doğru tırmanan yokuşu çıktığınızda karşınıza Mendirek Balık Restaurant çıkıyor.Son derece salaş bir balık lokantası olan Mendirek Rumeli Feneri’nde olduğunuzu iliğinize kadar hissettiriyor,
Hangi balığı yemeniz gerektiğini anında söyleyen personel sayesinde yanlış seçim riski taşımıyorsunuz.Balıkları görerek alabiliyorsunuz.Sadece deniz mahsulleri değil, salatalarıda muhteşem.Manzarası ise anlatılacak gibi değil. Mutlaka gidip görmeniz gerekiyor. Üstelik kaça kadar isterseniz oturabiliyorsunuz, burada patron sizsiniz.Ben bugüne kadar hiç üst üste iki fincan türk kahvesi içmemiştim .Çalışanlar güleryüzlü ve samimi.Üşüyüp üzerinize aldığınız şalı beğenirseniz hediye bile ediyorlar.
Mutlu ayrıldığımız Rumeli Fenerine bir daha uğrarsak yine yazarım size,olmadı başka bir yerden…
Selçuğa teşekkürler..
 

Az Şekerli Template by Ipietoon Blogger Template | Gadget Review